Çıkarılan yasalar ve sosyal medya desteği ile böyle
düşünen insan sayısı artınca da ortaya bugünkü parçalanmış aile manzaraları
çıktı. Oysa topluma yön veren kanunlar milli duruşumuza uygun olmalı idi, ama
olmadı. Sosyal medya arkadaşlıkları kadına yeni bir özgürlük alanı açarken, erkekte
genetik kodların dayattığı itilmişlik, kıskançlık, hiçe sayılma, öfke, depresyon
ve arkasından şiddeti körükledi. Bunları düzeltmek için de polise başvurduk. Polis
ne yapsın? “Depresyona girme yoksa tutuklarım” deyince depresyon tedavi mi
oluyor? O zaman psikologlar niye var? Hürriyeti kısıtlayınca aile düzeliyor mu?
Genetik kodlar orada durduğu sürece hiçbir ceza insanın duygu şeması değişmez,
sadece zihnin karanlık kısmına pusar…
80’lerden bu tarafa nesiller arasında daha önce
görülmemiş derin bir uçurum oluştu. Bugün 50-60 yaş grubu olan ebeveynlerin
bireysellikten çok toplumun bir parçası ve üyesi olarak yaşama zihniyeti ile
büyütüldüler. Bu grup ebeveynler evlat olmanın ‘para etmediği’ bir dönemde
evlatlık yapmış, ebeveyn olmanın ‘para etmediği’ şimdiki dönemde de ebeveyn olmak
zorunda kalmıştır. Çünkü onların ebeveynleri 1940’ların kuralcı ve itaatkâr yapısında
büyümüşlerdi. Yani şimdiki 50-60 yaş grubunda olanlar, çocukken ebeveynine,
şimdi ise kendi çocuklarına tabi olmuş, kim olduğunu anlayamamıştır. Çocukken
ana-baba dayatıyordu çünkü koşullar öyleydi, şimdi ise çocuklar dayatıyor çünkü
bireysellik böyle öğretti…
Peki, bireyselleşme ile nereye geldik? Şimdiki noktaya,
yani dijital kölelik imparatorluğunun eşiğine geldik. İnsanlara çip takılıp bu
sayede ilk başta bir kısım ayrıcalık (Kimlik-pasaport taşımama, havaalanında
beklememe, bürokrasiye takılmama vb.) kazandıktan sonra bu insanların bir robot
gibi sistemin kölesi yapılacağı ve ne yazık ki verilen kontör kadar yaşatılacağı
bir dönemin eşiğine geldik. Dijital ortamı yeniden tanımlamaz isek gideceğimiz
yer burasıdır. Bireyselleşmenin dayattıkları aslında inancımıza ve kültürümüze
terstir. Çünkü bizim yaradılış inancımızda kişinin burnunun doğrultusunda
yaşaması söz konusu değildir. Hem inanç hem de kültürel olarak toplu halde
yaşamanın getirdiği sosyal düzen, yardımlaşma ve diğer değerlere sahip
çıkılması ve toplumu yöneten kurallar bütününe saygılı olma durumu vardır.
Bireyselleşme ile yıkılan budur, mantığı da şudur; ”Önce insanı tabi olduğu inanç
ve kültüründen ayır, yalnız bırak, nasıl olsa içinde fırtınalar kopacak ve
bulduğu ilk düzene sarılacaktır.” Evet, olan budur bireyselleşen insan, şimdi
ikinci aşamaya giriyor; “Tekilleşme”. 1+1 daire modası bir tesadüf değildir, amacı
insanı geniş aileden sıyırıp tek bırakmak ve sonra da yeni dünya düzeninin tekil
kölesi olarak tepe tepe kullanmaktır. Pandemi nedeniyle “fiziki mesafe” koymak
ta bir tür tekil kalma alıştırmasıdır, adı bile “sosyal mesafe” olmuş, yani
“sakın sosyalleşme” diyor…
Dijital sistemi yadsıyamayız ama hayatı kolaylaştırmak için
kullanabiliriz, bu iyi de olur, ama insanlığı köleleştirmesine izin veremeyiz. Burada
belirleyici olan insanın inancı, kendi gerçekliği ve sağduyusudur. Eğitim
sistemi bile bilgisayara hapsoldu, oysa öğretmenle yüz yüze olmak, onunla göz
teması kurmak, yüzündeki ifadeyi anlamlandırmak başka bir şeydir. Bunun gibi kim
bilir neler dijital dünyaya hapsedilmektedir. Dijitalde kaybolup gitmemek için
arada bir kim olduğumuzu ve ne için yaratıldığımızı hatırlamakta yarar var. Dijital
dünya efendilerinin de unutturmaya çalıştığı şey budur. Unutmamak için, pandemi
şartlarında bile, pencereden bakarak ta olsa doğayı ve içindeki rolümüzü tekrar
hatırlamak, eminim bir emniyet supabı olacaktır…
No comments:
Post a Comment