Türk Konseyi (Türk Keneşi)

Türk dünyasının tarihi ve kültürel birikimlerinden en geniş şekilde yararlanılmak suretiyle Türk dili konuşan ülkeler arasındaki çok taraflı işbirliğinin geliştirilmesi maksadıyla 3 Ekim 2009 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur, merkezi İstanbul’dur. Üye Ülkeler: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye, Özbekistan, Macaristan (Gözlemci Üye). 

Kaynak: http://www.mfa.gov.tr/turk-konseyi.tr.mfa

Ayrıntılı bilgi aynı isimli makalededir...

Türkler'in Kolektif Bilinçaltı

Sanırım Özbekistan ya da Kırgızistan'dı, bir arkadaşım o zamanki Başbakanlık Afet İşlerinde görevli idi ve 90'lardaki bir deprem yardımı için bölgeye gitmiş, araçlarını köyün girişinde bırakarak ekibi ile birlikte yürüyerek deprem bölgesine ulaşmış. Bizim ekibin kollarındaki Türk bayrağını gören bir yaşlıca kadın iki eliyle dizlerini dövmeye başlamış ve şöyle demiş;

-Amaaa, siz o'suğuz, öte gittiydiz.

Aslında kadın Türklerin bin yıl önce Orta Asya'dan (Türk Yurdu) göçtükleri büyük göçe işaret ediyordu. Özellikle de 24 Oğuz Boyunun göçünü kastediyordu. Belkide okuma yazması olmayan bu kadın bin yıllık bir olayı hafızasında dipdiri tutmuştu...
Ben bu hikayeyi  2005 yılında dinledim ve soydaşlarıma karşı dayanılmaz bir buluşma ve daha yakından tanıma isteği duydum... Bu hissin ne olduğunu en iyi Carl Gustav Jung ifade ediyor: "Kolektif Bilinçaltı". Jung, kolektif bilinçaltı ile aynı kökten olan ya da birlikte yaşayan ya da aynı kaderi (travmayı) paylaşan ya da aynı şeye sevinen insanların doğal bir şekilde benzer hisleri yüzyıllarca yaşayabildiğini, bu hislerin nesilden nesile geçebildiğini, kendisi yaşamamış olsa bile kendinden önce yaşananları şöyle ya da böyle derinlerde hissedebildiğini anlatmaktadır.
Bunun anlamı şu; sahip olduğumuz kolektif bilinçaltı sayesinde bu çağda bile  aynı şekilde hissedebiliyoruz. Tüm olanlar bin yıl geçse de, 5.000 km ötede yaşayan yaşlı bir kadının ağzından bir çırpıda üç beş kelime ile dökülebiliyor...
-Amaaa, siz o suğuz, öte gittiydiz... cümlesi bin yıllık ayrılığın duygu dolu buluşma anı olarak aklıma yer etti...
Videodaki Özbekçe anlatım, oldukça anlaşılabilir.


https://youtu.be/_XAcvceKojg


Collective Subconscious of Turks


I think it was Uzbekistan, or Kirgizistan that my friend from Government Emergency Agency, led the Turkish Earthquake Aid Team, entered a village on feet, leaving the vehicles behind...Seeing the Turkish Flag Patches on their side arms, an old women recognizing her fellow cognates, yelled tapping her laps by two hands;
-Amaaa, siz o'suğuz, öte gittiydiz. 

(My God, you are them, who left away)  Actually the story is referring to
the 
Great Turkic Emigration from central Asia to Anatolia almost a thousand years ago... Exclusively referring to the 24 Oguz Tribes left central Asia centuries ago... I heard this story in 2005 and since then I have a irresistible feeling about my cognates, accompanied with a desire for seeing them closely... This feeling, hit me first time is best defined by Carl Gustav Jung. He calls it "Collective Subconscious" build up by people who have same root or lived together or shared the same fate (trauma) or suffered or rejoiced for the same reasons".

It means we all Turks, even in this era, still have common feelings since we have a "Collective Subconscious"... That is why the old women living 5000 km away from us was able to summarize what happened with a few words.

Miserable is that I am writing this in a non - Turkic language...


The Uzbek narration in the video is quiet understandable.


Dijital Yaşam ve İnsan


Dijital sistemi yadsıyamayız ama hayatı kolaylaştırmak için kullanabiliriz, bu iyi de olur, ama insanlığı köleleştirmesine izin veremeyiz. Burada belirleyici olan insanın inancı, kendi gerçekliği ve sağduyusudur. Eğitim sistemi bile bilgisayara hapsoldu, oysa öğretmenle yüz yüze olmak, onunla göz teması kurmak, yüzündeki ifadeyi anlamlandırmak başka bir şeydir. Bunun gibi kim bilir neler dijital dünyaya hapsedilmektedir. Dijitalde kaybolup gitmemek için arada bir kim olduğumuzu ve ne için yaratıldığımızı hatırlamakta yarar var. Dijital dünya efendilerinin de unutturmaya çalıştığı şey budur. Unutmamak için, pandemi şartlarında bile, pencereden bakarak ta olsa doğayı ve içindeki rolümüzü tekrar hatırlamak, eminim bir emniyet supabı olacaktır…

Türkiye Sözleşmelerle İğdiş edilemez...

İstanbul Sözleşmesi vb. ile Türk erkeğini efemine yapmak yada tırsak bir konuma çekmek neye yarar biliyor musunuz?
Ülke komple efemine olur... Erkeği efemine olmuş ülkeler işgale ve tecavüzlere hazır olsunlar...Türkiye efemine olamaz...Olursa sonu olur?... Bu coğrafyada efemine devlet yaşayamaz...
Burası Isveç değil, burası Asya, Avrupa ve Ortadoğu'nun kesiştiği kavşak noktasıdır... Her daim nöbet tutan cengaverlere olan ihtiyacımız şimdi daha da fazla...Batının istemediği ise budur...
1980-2010 arası böyle bir sorun yoktu. Tartışılmazdı bile...
Artışın sebebi FITNE tabanlı İstanbul Sözleşmesinin ta kendisi ve çığırtkan küresel medyadır...
Yumruk atmak doğru değildir ama kayıtlara "Tecavüzcü" diye de işlenemez..
Şiddeti önlemenin yolu erkeği efemine etmek değildir...
Çıkacak yasaların diğer yasalar ve aile değerleri ile uyumlu olması şarttır...
Aile içi "Beni engelleyemezsin polis çağırırım" düzeni Türk düzeni değildir...
Polis ve yargı aileyi parçalamanın aleti yapılamaz..
Çok biliyorlarsa önce New York'ta asayişi sağlayıp sonra Almanya'da yabancı düşmanlığını halletsinler...
Türkiye AB üyesi olmadığı gibi ortak metne imza atma zorunluluğu da yoktur. Sükseli laflara ihtiyacımız hiç yoktur...
Türk erkeği efemine edilirse ordu efemine olur, ordu efemine olursa, savaşamaz, ordu savaşamaz ise Türkiye müstemleke olur...
Avrupa'nın başına gelen budur, savaşacak ordusu kalmamıştır... Onlar durumu bir şekilde kurtarıyor olabilirler, ama bu coğrafyada olmaz, olmaz, olmaz...



İstanbul Sözleşmesi ve Kaos

Bu Afrika kabilesinde, insan hakları, kadın hakları, hayvan hakları gibi süslü ve tuzaklı kavramlar bilinmemektedir. Ancak bu insanlar, batının müdahalesi olmadığı sürece, inanç ve geleneklerine uygun olarak kurmuş oldukları bir toplumsal huzur içinde yaşamaktadırlar. Kimseye de kendi yaşam tarzlarını sinsi yollarla kabul ettirmek gibi bir hevesleri yoktur.

Fakat, diyelim ki İstanbul Sözleşmesi bu topluma uygulanmış olsun ve insanlara "İspatsız bir sözle başkasını hapse attırma ya da tazminat alma hakkı" tanınsın: Elde edeceğiniz sonuç, kişinin (çocuklar dâhil) abes isteklerine sahip olmak için iftira atmanın önü açılmış olacak ve ilk resimde gördüğümüz ahenk bozulacak, sonra da huzurun yerine, iftira, haksız tazminat, istediği her şeyi yaptırma adına planlı cinsel taciz iddiası ve neticesinde KAOS türeyecektir. Bu alçaklığa tepki olarak ta güya adalet için sağlamak adına istenmeyen şiddet baş gösterecektir. Tuzak döngü budur, istedikleri manzara şudur:👇